5 Ekim 2012 Cuma

In The Dark

Aslında çok mutluyum!

Az önce atarlı yazmış olabilirim ama yok. Bütün gün hoplayıp zıpladım, neşe saçtım, mutluyum.

Öncelikle başlığımız neden In The Dark? Çünkü ben İstanbul'a geldiğimden beri kararsızlığı doruklarda yaşamaktayım. Karanlıkta yolumu kaybetmiş bir kişi misali...


İşte kararsızım ama mutluyum naparsın... Neden peki neden?

İstanbul'a döndüğümden beri 'hangi okula gitcem ben?!' sorunları yaşadım ki Sakıp Sabancı'ya başladım 3 haftadır oradaydım da. Aslında sevdim de. İlk geldiğimde sürekli ama sürekli Kadıköy Anadolu'yla karşılaştırıyordum. Mutsuz oluyordum biraz açıkçası. Sonra duruma pozitif bakmaya karar verdim. Tam alıştım derken bir gün bir X arkadaşımız sınıfa geldi ve dedi ki:

-Büşra, Kadıköy Anadolu'da kontenjan açılmış.

Bunu duyan ben yine bir 'ne yapmalı' sorusuna düştüm. Derken bir bakayım dedim Kabataş'tan ne haber. Aa. Bir de ne göreyim. Orada da kontenjan var. Derken eve geldim. Konuşmalar yapıldı ve karar verildi.
Kadıköy Anadolu'ya dönmüyorum.

Ama, dedim ben de kendi kendime. Hazırlığı olan bir okul mezunu olabilir aslında. Hem Kabataş'ta Y ve Z yakın arkadaşlarım da var. E bi deneyelim o zaman. Bir akşam önce Kadıköy Anadolu'ya dönmeli mi diye girdiğim evden Kabataş'a nakil dilekçesi ile çıktım. Perşembe dilekçe verdim demeye kalmadı. Kabataş haber saldı. Hazırlık sınavına girecekmişim.

Ana. Ben zaaaten hazırlık okudum. Bir de sınavına girecekmişim falan fişman. Olmaz dedim. Okudum dedim. Kanıtla dediler.

Sonrası maraton ama bu turu ben kazandım çünkü o sınavdan muafiyeti aldım. Bugün öğleden sonra itibariyle de Kabataşlı oldum. Vatan millete hayırlı, Kabataş'a geçmiş olsun.

Hepinizi öpüyorum-ruz arkadaşlar!


Mutluluk çoğ güzel.
Siz  de olun e mi kuzucuklarım.
BG loves y'all!
Ama I love everyone yani.

Guess What?

Merhaba canlarım,

Bunu okuyorsanız büyük ihtimalle bu yazıyı gereksiz bulacaksınız. Çünkü; blogumu sadece yakın arkadaşlarımın okuduğunu düşünüyorum. Öyle yazıyorum. O yüzden asıl buradan çıkarımı yapması gereken kişiler bunu göremeyecek.

Ama yine de bunu açıklamak ihtiyacı hissettim. Daha çok hissettirildim. Ama hissettim deyip geçelim.

Farkındaysak çok çok azıcık atarlıyım. Üzgünüm, genelde sevgi pıtırcığıyımdır. O halimi severim.

Konuya gelirsek, konu insanların merak ettikleri veya bilmedikleri bir şeyi sormaları yerine kendileri hayal güçlerini kullanıp boşlukları doldurması, hiç bir fikri olmadığı halde bir tahmin çabası.

Tahminler bu sefer dövmem hakkında geliyor arkadaşlar. Gerçekten çok üzüldüm duyduklarıma.

-Büşra kendini çok seviyor. O yüzden koluna B.güner yazdırmış ve hatta bununla kalmayıp yanına bir yıldız koydurmuş. Ben bir starım mesajı veriyor.

Evet arkadaşlar öyle yapıyorum. Bilmiyor muydunuz? Günaydın o zaman!

Kendimi sevmiyorum diyemem hayır ama egoist ve narsist değilim hayır. Herkes gibi kendimi elbette seviyorum ancak kendimi damgalatma ihtiyacı duymuyorum hayır.

İlk ve son kez böyle gereksiz bir açıklamada bulanacağım ve bitecek.

B bir ismin baş harfi anlaşıldığı üzere. Ve hayır bu Büşra değil Berk. Kimdir bu Berk? Ben de kişisel olarak tanımıyorum kendisini ancak Berk benim ağabeyim. Annem 1 Ocak 1993'te doğum yaptı. Doğan çocuk Berk'ti ancak maalesef Berk çok uzun süre yaşayamadı ve vefat etti. Ben hiç tanımama rağmen öğrendiğim günden beri hep ay farkıyla benden büyük olacak bir erkek kardeşim olsa nasıl olur tasarlaması yaptım kafamda. Berk yaşasaydı ne güzel olurdu dedim vb. şeyler. Kendisi benim için önemli bir figur, ismi önemli bir isim. Bu B o Berk yani.

Güner, soyadım. Çok bir açıklamaya gerek yok sanırım. Bana en çok yakışan soyadı olacağını düşünüyorum. Evlenirsem şayet eşimin soyadını almak isterim ancak güner ayrı güner özel.

Yıldız ise 5 köşeli bir yıldız fark edene etmeyene. 5 köşeli yıldız 5 kişilik aile sembolü benim için. Güner ailesi benim ailem. Dünyadaki en değerli varlığım, sırtımı dayayabileceğim tek kapı.

İşte böyle gençler uzun lafın kısası ben bir yıldızım, evet.

BG

1 Ekim 2012 Pazartesi

It's all coming back to me now...

Merhabalar gençler,

İstanbul'a geleli 10 hafta olmuş olmasıyla beraber çok dolu dolu bir 10 hafta geçirdim mutluyum gururluyum.

Türkçe'm gittikçe düzelmekle beraber azıcık aksanım dalga konusu olmama yol açsa da, istediğim insanlardan 'Aslında şeker' tepkilerini almak içimi rahatlattı. Evet biraz tikican gibi konuşuyorum ama affınıza sığınıyorum ve büyük ihtimalle 4-5 aya tamamen Türklüğümün beni ele geçireceğini garanti ediyorum.

Şimdi ben ne yaptım İstanbul'a geldiğimden beri.

İlk önce ilk ay eve her gün 3'ten önce gelmemenin kafasını yaşadım. Güzeldi. En yakın arkadaşlarımla aramda problem olmadığını görmek mutlu ediciydi. Kaynaştım, bir sene de kaçırdıklarımı geri kazanmaya çalıştım. Büyük ölçüde başardım. Okulum dışında iyiyim diye düşünüyorum.

Marah-İngiltere doğumlu Suudi Arabistan asıllı Amerika'da yakın arkadaşım olan bir kız- Türkiye'ye gelip beni çok çok mutlu etti. Zaten North Carolina'da hiç vedalaşmamıştık biliyordum burada olacağını. Önce elbette bir Taksim Nevizade, daha sonra Sarıyer derken en yakın arkadaşım olan Buse'nin aslında odaklandığında İngilizce anlayabildiğini keşfettik. Ben tüm gece çevirmen görevi gördüm. Hiç ingilizce hakkında fikri olmayan 2 arkadaşında bize katılması ile çevirmenliğim arttı. Çok komik anlar yaşadık. Bir ara Türk olan kişilere kendi anlattıklarını İngilizce anlatıyordum dalga konusu oldum. :)

Gece Buse, ben ve Marah beraberdik elbette sabahladık. Elbette ben uyumadım. Onlar azıcık ucundan uyudular. Ve ertesi gün hazırlanıp erkenden evden çıktık. Marah'ı oteline bırakıp Kadıköy yollarına düştüm. Kadıköy'ün istediği kadar 1 sene uzakta olsam da içimde, beynim de ve kalbimde yaptığı 'ev' etkisini kaybetmemek beni gülümsetti. Bir süre sonra Ece Zini ve Defne oturup beklediğim Happy Moon's kapısından içeri girdi. Hem çok uzun zaman olduğunu fark etsem de hem de sanki her şey aynı hissi geldi içime. Az sonra biz Müge, Özge, Ercan ve Sinan da katıldı. Çok keyifli bir akşam geçirdim. Herkesi çok çok özlemişim bunun farkına vardım.

Bütün bu güzelliklerin arasında kötü olan tek şey kontenjan problemleri çıkartan KAL'a geri dönemeyişimin kesinleşmesi ile birlikte içimde oluşan burukluktu ama ne yapalım? Kader kısmet, falan fişman.

Yine bir yazıyı daha yarım bırakıp basıp giden ben bu yine devam ediyorum :) Ajandama bakıp hatırlayabildiğimi yazarım artık...

Aynı hafta içinde denkliğimi aldım. Gittim Sabancı'ya kayıt oldum okul kıyafeti aldım, dersaneye yazıldım. Terzi, test derken 23 Temmuz geldi çattı ve ben kendimi İstanbul-Antalya uçağında buldum.

Antalya çok güzeldi ve çok iyi geldi aslında. Bedenim ruhum arındı kafam dinlendi. Hiç gezmediğim kadar gezdim belki de ve zaten çok çok sevdiğim şehri daha da çok sevdim.


Solunuzdaki mükemmel görüntü Düden Şelalerinden arkadaşlar. Minik bir cennet gibi. Ancak kısacık şortlar en havadar tişörtlerle gidilmesi gerekmiş. Antalya'nın en serin yeri bile olsa çok çok sıcaktı. Ama o kadar güzeldi, o kadar güzeldi ki; değerdi.

Sanırım beni mutsuz eden tek şey bu kadar güzel bir yerin çok engebeli oluşu ve hiçbir şekilde engelliler tarafından ziyaret edilemeyeceği gerçeğiydi. Bence bu konuda adım atılmalı tarihi yerleri gezip görme konusunda engeller kalkmalı.
-Sosyal mesajımı da böyle veririm ben işte gençler-

Her neyse elbette bu bir örnek gezin görün araştırın lütfen çok hazıra konmayın yani. Öyle böyle tatil bitti ben İstanbul'a geri döndüm.

Dönmemle tam gaz 'yine her akşam dışardayız'a geri döndüm. Lily ve Elif'le bir nevizade geceleri akışı daha yaşadık. Tüm YES 12' tayfam fetiye'de akarken ben istanbul'da kaldım -annem'e tekrar teşekkürler- 

Onun yerine Şilan kalktı İstanbul'a geldi. Mükemmel çok çok eğlenceli 2 hafta sanırım? Evet, evet. 2 hafta geçirdik o gitti benim dersanem başladı. :)

Dersane bana eğlenceden başka şeylerin olduğunu ve gümbür gümbür geldiklerini hatırlattı. Sınav gibi, YGS ve LYS gibi, sınav stresi gibi. Hiç hoş şeyler değil bunlar arkadaşlar. Elinizden geldiğince erteleyin. Sınıfta falan kalın. Lise kafası iyidir hani. -Liseye bağlı tabii ki. KAL kafası efsanedir mesela-

Tam dedim çalışıyorum ben, olmadı.Önce YES Dönüş Oryantasyonu oldu. Eh bu da benim, beni en iyi anlayabilecek insanlar tekrar bir araya gelmem oldu. Pazartesi günü dersanem olmasına rağmen benim Pazar akşamı eve dönmem 4'ü buldu. Ertesi gün dersanem vardı olmasına ama aynı zamanda Arber-Arnavut olan Amerika'dan çok çok yakın arkadaşım- İstanbul'a geldi. Eh, ben de onu aldım gidip. Dersanenin ilk günü yalan oldu. Gerçi eve gelip uyuduk Demre, Betül, Saadet, ben, Arber. Sonraki 5 gün nasıl geçti, ne ara geçti bilmiyorum. Biliyorum ama idrak edemiyorum. Yine bir sürü eve geç geliş, arada bir Sultanahmet, bir Ayasofya. Sabah 4-5 te İstiklal'in ortasında atılan göbekler, kurulan arkadaşlar ve shotlar. Sol üstteki resim özet niteliğinde! Yani çok eğlendik tavsiye ederiz gençler.

Sonrası açıkçası şöyle gitti. Dersane, ev, dersane, ev. Arkadaşlar, takıl, iç, ev. Dersane ev.
Sonra bir FNO geçti. Çok eğlendim çok güzeldi. Anne-kız geleneğimizdir bizim annemle FNO alışverişleri. Yine oldu. Çok mutlu oldum eğlendim, dans ettim, topuklu giydiğime lanet ettim. :)

Arada bir AFS toplandı, yine eğlence yine eğlence. AFS'nin en eğlenceli yanı ülkenize döndükten sonra başlıyor gençler bunu da aklınızın bir köşesine yazın yani. 

Derken okul geldi çattı ama bu yazıda çok uzun oldu sonra devam ederiz. Zaten bu kadar okuyan olacağını da pek sanmıyorum. Okuduysanız, okudum falan deyin mutlaka haberim olsun. Mutlu olayım canlarım.

See y'all!
B.G.